The Witcher dizisi, ilk sezonun ötesine geçerek birden fazla sezon ve ön filmlerle genişlemeye devam ediyor. Bu genişleme sürecinde, görsel tasarım ekibi de hırslarını genişletti. Dünya tarihinin Kıta’da moda ve mimarlık gibi unsurları nasıl etkilediğini anlamak için detaylı araştırmalar yapmak gerekti. The Witcher evrenini gerçek ve yaşanmış bir yer gibi hissettirmek, yapımcı ve konsept tasarımcısı Andrew Laws için hayati önem taşıyor.
Laws, özellikle Blood Origin adlı ön bölümde, 1000 yıl öncesine giden bir hikayenin anlatıldığı yapımda, daha derin bir elf dünyasını tanıtmanın önemli olduğunu belirtiyor. Bu fikir, aslında 2. sezonla başlamış olsa da Blood Origin’de daha fazla vurgulanmış. Özellikle dünya mimarisinde bu fark edilebilir. Laws, “Blood Origin’e geldiğimizde, daha derinlemesine keşfetmek istediğimiz bir dilin başlangıcı zaten vardı” diyor. Aynı zamanda, dilin The Witcher evreninde daha fazla kullanılacağının da farkındaydı.
Bu durum özellikle 3. sezonun başında yer alan Shaerrawedd’de belirgin hale geliyor. Laws, bu mimari dilin sürekli evrim geçirdiğini ve sadece harabe olan bir medeniyetin nasıl göründüğüne değil, aynı zamanda ilk yıllarında nasıl olduğuna da odaklanmanın tasarım açısından ilginç olduğunu belirtiyor.
“ The Witcher moda, mimari ve silahlar aracılığıyla kendi tarihini keşfediyor ”
Örneğin, The Witcher evreninin en ikonik yerlerinden biri olan Aretuza, büyücülerin yetiştiği bir akademi olarak tasvir ediliyor. Binanın tarihi doğrudan açıklanmasa da, tasarımda bunu görmek mümkün. İnsanlar tarafından ele geçirilen bir elf yapısı olarak tasvir edilen binada, elf mimarisinin ana iskeletiyle birlikte Roma mimarisinin etkilerini de görmek mümkün. Bu evrimi keşfetmek eğlenceli bir deneyim olmuştur.
Silahlar ve zırhlar konusunda da benzer bir düşünce süreci izleniyor. The Witcher dizisinde zırh ustası olan Nick Jeffries, silahların genellikle geç ortaçağ dönemine dayandığını ve kullanılan malzemelerin bu döneme uygun olduğunu belirtiyor. Blood Origin üzerinde çalışırken, teknolojiyi de göz önünde bulundurarak tasarımı geriye doğru kaydırmak zorunda kaldıklarını ifade ediyorlar. Ancak bu geriye doğru kayma sürecinde, dizinin kendi dünyasının icat edilmemiş malzemelerini ve yöntemlerini kullandıklarını vurgulamaktadırlar.
Makyaj ve saç tasarımcısı Deb Watson da tarihi keşfetmek için özgürleştirici bir deneyim olduğunu ifade ediyor. Blood Origin üzerinde çalışırken, ana Witcher dünyasında olabileceklerden daha avangart bir yaklaşım benimsediklerini belirtiyor. Watson, Witcher dünyasının kurallarını alıp çiğneyerek, zorlayarak ve Blood Origin’i farklı bir perspektifle düşünerek yaratıcı bir şekilde özgürleştiklerini söylüyor.
Karakterlerin görünüşleri de sezonlara göre önemli ölçüde değişebiliyor. Örneğin, ozan Jaskier’in (Joey Batey) 2. sezonda yeni rock yıldızı tarzı saçları ve kırmızı bir trençkotuyla daha koyu bir görünüme büründüğünü görmekteyiz. Benzer şekilde, 3. sezonda büyücü ve arkeolog olan Istredd’in (Royce Pierreson) daha uzun dalgalı saçları ve dökümlü bir ceketi bulunmaktadır. Bu değişiklikler, hikayenin doğal bir şekilde anlatılmasına yardımcı olmak amacıyla yapılmıştır.
The Witcher dizisinin genişleyen evreni, görsel tasarım ekibi tarafından titizlikle ele alınmaktadır. Mimari, silah tasarımları, kostümler ve karakter görünüşleri gibi detaylar, hikayenin atmosferini ve dünyasını daha da derinleştirmek için özenle düşünülmekte ve uygulanmaktadır.
Etiketlendi:
- Moda
Önceki Yazı
Ne düşünüyorsunuz?
Fikrini bilmek güzel. Yorum bırakın.